Türk’ün Ateşle İmtihanı ve Gazze
Bugün
27 Mayıs 2024.
Uluslararası
Adalet Divanı, sekizinci ayında İsrail’e sınırlı yardımın ulaştığı tek sınır
kapısı kalan Refah’tan çekilmesi kararını ancak bu hafta verebildi. Ne var ki
karar verme süreçlerindeki satır arası okumaları, İsrail’e daha da
barbarlaşmasının cesaretini yüklüyor. Nitekim Siyonist vahşet bugün kendisini,
yerlerinden edile edile güvenli bölge denilerek sığındırılan masumları
çadırlarında uykuda iken gösterdi. Sadece ölen çocuk, kadın, sivil…50’nin
üzerinde, yaralılar istatistik dışı. Gün ağarınca oluşan görüntüler kolay kolay
herkesin kaldıracağı cinsten değil. Yanmış, küle dönmüş cesetler ve çadırlar
arasında açlığa terk edilmiş çocuklar yiyecek bir şeyler bulmaya çalışıyor.
7
Ekim’den bu yana ileri tarihlere atılmış toplantı tarihleri, boş kınama
mesajları ve sınır devletleri tarafından giriş-çıkışları kapatılıp açlığa terk
edilerek, hava ve kara ağır bombardımanı altında günbe gün bedenleri ve ruhları
paramparça edilmiş Müslüman sivillerin katledildiği 234’ncü güne giriyoruz…
Başka
bir zulümden kaçarak Batı tarafından Filistin’e taşınan ve Filistinlilerin
mülklerine sığınan Yahudilerin çocukları, bugünlerde gelecekleri üzerinde en
büyük sınavlarında yanlış yolu tercih etmiş görünüyor. Fonlanmış ve
kurumsallaşmış azgınlık, artık kendini gizleme ihtiyacını duymuyor. Batı ve
onun inşa ettiği ulusal ve uluslararası kurumların mankurtlaştırma tezgahından
kurtulan insanlık, 15 bin 239 çocuk, 10 bin 93 kadın olmak üzere 35 bin 984
insanı katledilmesine karşı sınırlı boykot silahından başka seçeneğe ulaşma
imkanı yok. Toplum sözleşmesi hikayeleştirmesi ile üstün otoriteye terk edilen
erk, istediği şekilde yoğurabildiği halk iradesini ancak meşrulaştırma kılıfı
için seçimden seçime hatırlanır hale gelmiş durumda. Milli menfaatlere ilişkin
kirli pazarlıklar artık erk terk edildiğinden midir bilinmez ötekimiz ile
açıktan yürütülmekte…
Gazzeli
Müslüman soykırımı, Samuel Huntington’nun Sovyetlerin dağılması üzerine tanımladığı
yeni düşman tanımına uygun olarak gösteri havasında tüm insanlığın gözü önünde
gerçekleşmekte… Ne demişti Huntington, “Bundan sonra dünya üzerindeki
mücadele dünyadaki 7-8 medeniyet üzerinden olacak. Bu medeniyetler içerisinde
zaferini ilan eden Batı dünyasının üstünlüğüne, halen herhangi bir merkezi
olmayan İslam medeniyeti meydan okuyacaktır.” Yine devamında “Batı
için temel sorun Radikal İslamcılık değildir. Bu sorun bizatihi İslam’ın
kendisidir. Zira halkı, kültürlerinin evrenselliğine inanmış ve azalmakta olsa
bile üstün güçlerinin, kendilerine bu kültürü dünyaya yayma yükümlülüğü verdiğine
inanan farklı bir medeniyettir İslam.”
Amerikan
güdümlü NATO’nun, bir dönem Sovyet bloğunun Güney kanadını kontrol etme
vazifesi vererek stratejik müttefiklik yarattığı laik Türkiye’nin İslami yapısı,
11 Eylül ile başlayan, Arap Baharı ile devam eden devlet-ulus inşa süreçlerinin
sonunda -yakın ve kesin gördüğü zaferi de göz önüne alarak- artık araçsal
boyutu gözden çıkarılarak işlevsizleştirilmesi sürecinde. Batı son virajda Türkiye
ile geliştirdiği kültürel boyutları ağırlıklı olan hazmetme kapasitesi
jargonunu pratikleştirebildiği oranda, pasif veya yetersiz Gazze politikası ile
Türkiye’nin yeni kültürel sınırlarını çizme veya tercihte bulundurma dayatması
arayışında.
Peki
İsrail bu soykırım vahşetine girişirken isim vermeden Türkiye ve İran gibi
ülkeleri de işaret ederek “üçüncü ülkelerin bu durumdan hareketle eylemsellik
içerisine girmemesi” yönünde tehdit savuran ABD-İsrail ittifakı, Türkiye’ye
Gazze ve İncirlik ile Kürecik üzerindeki suskunluğu karşısında stratejik hangi ödülünü
verebilir? Özellikle de PKK-PYD’nin meşrulaştırılma ve araçsallaştırılması;
Yunan yayılmacılığı ve Ermeni yayılmacılığının cesaretlendirilmesi; Pontusculuk
yaratma arayışı; Kıbrıs’ın ekonomik, siyasi ve mekânsal olarak daraltılması;
Fener Rum patrikhanesinin ekümeniklik serüven arayışının cesaretlendirilmesi;
aileye yönelik saldırılar ve sapkınlaşmanın fonlanması; göç ve parayla
vatandaşlık yoluyla kimliksizleştirilmenin dayatılması; beşinci kol
faaliyetleri ile kurumlar ve sosyal medya üzerinden Türkiye’nin kültürel
sınırlarına ve kendi değerlerine ötekileştirilmesi… gibi faaliyetlerin NATO
müttefikliği ve yükümlülüklerine rağmen
gerçekleştirilmesi yine Batılı müttefiklerimiz tarafından bize karşı
pratikleştirilirken…
Tüm
bunlara rağmen 10 yıl sonra çok iyimser bir ihtimal ile belki biraz daha zengin
olacak, İHA, SİHA ve KAAN gibi askeri nitelikleri ile ön planda çıkacak olan
aziz milletim; yatay ve dikey eksenli olarak üzerinde kurumsallaştırılmış
ihanet kuşatmasını kırıp kendisi olarak kalabilecek mi?