Hegemonik Gücün Hegemonyası ve Rızanın Üretilmesi

Hegemonik Gücün Hegemonyası ve Rızanın Üretilmesi


Hegemonik Gücün Hegemonyası ve Rızanın Üretilmesi

 

 Hegemonya Antik Yunan’da bir devletin üstün askeri gücü sayesinde otoriteyi elinde bulundurmasının bir sonucu olarak diğerlerinin isteyerek dâhil olduğu askeri veya politik anlamda liderlik ya da tahakkümünü ifade etmekte iken günümüzde iktisadi, toplumsal, ahlaki ve kültürel unsurlar ile zor ve rıza unsurlarını içererek tanımını genişletmiştir.

Hegemonya kavramını geliştirerek günümüze uyarlayan Antonio Gramsci olmuş bu da kavramın ona atfedilmesine neden olmuştur.

Gramsci hegemonya kavramını geliştiriken Lenin’den oldukça etkilendiği söylenebilir. Lenin ve Gramsci’nin hegemonyaya bakışlarındaki fark, Lenin kültürü siyasi amaçlara erişimde yardımcı görürken, Gramsci kültürü iktidarı elde etmek için temel olarak görmekte ve öncelikli olarak kültürel egemenliğin elde edilmesi gerektiğini savunmaktadır. Yani egemen olmak isteyen sınıf öncelikle kendi dar ekonomik çıkarlarının ötesinde davranarak değişik güçlerle ittifak ve uzlaşı sağlayarak tarihi bloğu oluşturmalı, entellektüel ve ahlaki (kültürel) önderliği ele almalıdır. Zira bu blok belirli bir sosyal düzen içerisinde uyuşma temeli yaratmakta; baskın sınıf, kurumlar, sosyal ilişkiler ve düşünceler bağı yoluyla hegemonyasını yeniden ve yeniden üretmektedir.

Rıza ve zoru devletin ortak iki boyutu olarak ele aldığımızda, siyasal iktidarın sürekliliğinin sağlanmasında, zor kullanma tekeline sahip olan devletin, yeri geldiğinde bunu kullanacağını bildirmesi veya bunun bilinmesi madalyonun bir yüzünü oluşturur iken; rızanın sağlanması suretiyle meşruiyetin tesis edilmesi madalyonun diğer yüzünü oluşturmaktadır. Buradan da madalyonun ikinci yüzüne vurgu ile Gramsci hegomanyayı temel öğesi rıza ve ikna olan entellektüel ve ahlaki (kültürel) bir liderlik olarak tanımlamaktadır.

Gramsci’ye göre,  modern toplumlarda iktidarın doğası hegemonik olup, hegemonya, iktisadi ve siyasi olduğu kadar ahlaki (kültürel) bir görünüm de arz etmektedir. Yani mücadele sadece üretim araçlarının mülkiyeti üzerinde değil aynı zamanda bilinç, zihniyet, değerler ve normlar üzerinde de cereyan ettiği savunulmaktadır.

Bu bağlamda hegemonya, bağımlı bilinç biçimlerinin şiddet ya da zora başvurmadan inşa edildiği süreç yani rızanın örgütlenmesi olarak tanımlanabilir. Nitekim kapitalist iktidar biçiminin toplumun geneli üzerinde baskı olarak gerçekleşdiği düşünüldüğünde, egemenler toplumu kontrol altında tutmak için iktidar araçları ile hegemonyasını, toplumsal alan üzerinde gerçekleştirmektedir. Bunun için iktidar tüm olanakları ile toplumu biçimlendirmeye ve denetlemeye ve de toplumun iktidarı içselleştirmesine odaklanmaktadır. Egemenler bu süreçte hegemonyasını ideolojik aygıtları kullanarak toplumda yaygınlaştırmaktadır. Dolayısıyla hâkim ekonomik güç sürekliliğini sağlamak için aynı zamanda ideolojik hegemonyasını beraberinde getirmektedir. Sonuç itibariyle toplumsal denetimin sağlanmasında güç ve rıza kullanılmakta; güç ve açık baskı kullanmadan rızanın elde edilmesinde ise ideoloji devreye girmektedir.

Hegemonya gerçekte rızanın üretilmesi anlamına da gelmektedir. Ancak bu hegemonyanın durağan olmayıp, sürekli olarak kazanılması ve sağlamlaştırılması gereken, alternatif ideolojilerle mücadeleyi, her gün kendini ve bağımlıların rızasını yeniden inşayı zaruri kılan bir süreci de içerdiğini ifade edilmesini gerekli kılmaktadır. Bu bağlamda kültürel hegemonya düşünme ve bakış biçinlerinin üretimi ile alternatif bakış ve söylemlerin dışlanmasını kapsarken; siyasal hegemonya insanların sadece geçici itaatlerini ya da desteğini kazanma değil uzun vadede kalplerini ve zihinlerini kazanma mücadelesini de beraberinde getirmektedir. Bu hegemonya kurma çabası içerisinde, egemen sınıfın çıkarlarını bağımlı sınıflar tarafından kendi çıkarlarıymış gibi kabul edilmesi hegemonyanın da kurulması başarısını yansıtmaktadır. Bu süreçte egemen sınıf diğerleri üzerindeki iktidarını aile, işyeri, gündelik yaşam, arkadaşlık ilişkileri ya da boş zaman deneyimlerinde yeniden ve yeniden üretmekte, toplumun örgütleyicileri ve eğitmenleri olan aydınlar da egemen sınıf ile ast sınıfı organik uzlaştırarak birbirine bağlamaktadır  .

 Dolayısıyla hegemonyanın toplumun tüm kılcal damarlarına kadar nüfuz ederek her yerde kendine yer edindiğini ifade edebiliriz. Bu bağlamda hegemonya ortak duyunun içerisine yerleşerek değerler üzerinde bir uzlaşıya dönüşmekte ancak sonuç itibariyle egemene hizmet etmektedir. Güç ilişkisinin kurulduğu hegemonik yapı içerisinde sonuç itibariyle, yapının kendisine hizmet ettiği egemen hegemonik güçle, bağımlı bilinç biçimlerine sahip koşullu güç aktörlerini ve güç biçimlerini birbirinden ayrıştırmaktadır.

Kaynak:   Özel, C. (2020). Güç, Orion Akademi: Ankara